SÜLEYMANİYE CAMİ VE KÜLLİYESİNDE
ÖNE ÇIKAN DETAYLAR
İstanbul'un tarihi ve kültürel mirası açısından en önemli ziyaret köşelerinden birisidir Süleymaniye.
Günlük rutin yaşamının içerisinde İstanbul'un yerlisinin, şöhreti dünyaya yayılmış Mimar Sinan'ın önemli eserlerinden Süleymaniye Camisi ve Külliyesi ile aynı şehirde yaşarken, elinin altındaki bu hazineyi, başkalarından daha sıklıkla gezip görebilme lüksüne sahip iken, bu şaheserin özünü ve özelliklerini çoğunlukla ıskalayarak yaşadığı da, hayatın değişmeyen bir gerçeğidir.
Ya da, diğer bir deyiş ile, günlük hayatınızda bir ünlüyü gördüğünüzde, hissettiğiniz sıradışı duyguları düşünün. Bugünün deviniminde en popüler haliyle gidip, en azından bir selfie-özçekim alabilmeyi istersiniz. Sebebi ? işte ... öyle ...
Halbuki, Süleymaniye örneğinde olduğu gibi tarihi ve kültürel bir miras ile yakınlaştığınızda içinizde neden aynı hisler kıpraşmaz. Veya size şu kadarını söylesem ?
Doğu Cephesinden Süleymaniye Cami
Öyle bir Ünlü düşünün ki; kendisiyle tanışıklığı olan bir Sultan Süleyman olsun, Osmanlının diğer Padişahları olsun, nice Devlet büyükleri, aklınıza getiremeyeceğiniz nice nice tanınmış insanlara tanıklık etmiş, nice büyük depremler atlatmış, ama şakülündeki doğruluğundan zerre kaybetmemiş mimarisiyle, 500 yaşına çeyrek kalmış varoluşu boyunca, kendisine atfedilmiş zarafeti, güzelliği, Mimarının; altın oranı en güzel uygulandığı eserlerinden birisi olan Süleymaniye Camisini... bir düşünün...
Hiç kimsenin engellemeden kendisine ulaştığınız bir ünlü düşünün... Kendisine temas ettiğinizde size tepki göstermeyecek bir ünlü düşünün... O, yıllarca duruşundan ödün vermeden, doğal afetlere meydan okuyarak, bugün karşınızda tüm ihtişamı ile duruyorsa, onu daha yakından görmeyi, tanışmayı istemezmisiniz ? Üstelik, kendisiyle istediğiniz kadar selfie çektirebileceğiniz bir ünlü düşünün .. İşte ta kendisi... Ancak bu muhteşem ünlüyü, yanı başında kadrajınıza sığdırabilmeniz pek mümkün olamayabilir.
Bu Başyapıttan söz ederken, sadece camisini konu etmek haksızlık olur. Osmanlı döneminde, Külliye olarak adlandırılan, bugünün tipik yüksek öğretim yerleşkelerine benzer bir oluşumu canlandırabilirsiniz zihninizde. Süleymaniye Cami ve Külliyesi; aslında Medreselerin yanı sıra Kütüphanesi, Hastanesi, Sıbyan Mektebi, Hamamı, Haziresi, İmareti, çevresindeki dükkanlarıyla, Fatih Külliyesinden sonra, döneminin, çağdaşlarının içerisinde, hem mimari gelişmişlik açısından, hem de şehir planlamacılığı açısından kendisini en üst düzeye konumlandıran bir yapıt olmuştur. Döneminin zanaat ve sanatkarlık anlamında da en üst seviye tasarımını yansıtır.
(ref: https://islamansiklopedisi.org.tr/suleymaniye-camii-ve-kulliyesi)
Osmanlı'da ilk Tıp Medresesi (Daruttıb) bu külliye ile hayat bulur. Eski Yunan, Bizans, Selçuklu ve Orta Doğu kültüründen gelen kadim Tıp bilgisi ve eğitim anlayışı gözden geçirilerek, geliştirilerek daha iyi seviyeye erişme çabalarının tohumlarının atıldığı yer olması bakımından da önem taşır.
İstanbul sur içi alanında bugünkü İstanbul Üniversitesi ile Vefa semtini kapsayan Eski Saray adıyla bilinen Saray-ı Atik-i Amire'nin olduğu alanın bir kısmı üzerinde, 1550 yazında başlayan inşaatı, 7 yıl sonra, 1557'de tamamlanarak kullanıma başlanmıştır. Seçilen lokasyon, İstanbul'un her yönünden görülebilecek hakim bir konumdadır. Bugün dahi, Süleymaniye'nin doğu cephesinden İstanbul'a bir bakış attığınızda, ne kadar da hakim bir manzarayla karşılaştığınızı, ancak orada bulunarak anlayabilirsiniz.
Külliyenin merkezini taçlandıran Caminin kendisi ile ilgili olarak o kadar çok şey anlatılabilir ki, bunlardan sıklıkla duymuş olabilecekleriniz;
- Cevahir Minaresi,
- İslik Odası,
- Kubbe Akustiğini emsalsiz kılmak adına Mimar Sinan'ın nargile fokurdaması ile ses testi,
- Kilit taşının değiştirilmesine dair Ustanın bıraktığı miras niteliğindeki mektup,
olabilir.
Süleymaniye Camii, Osmanlı devletinin en geniş ve zengin çağını simgeleyecek biçimde imparatorluğun farklı yerlerinden getirilen malzemelerle inşa edilmiş. Caminin sütunları da Baalbek, İskenderiye, Alanya, Silifke, İzmit ve İznik gibi farklı antik Yunan ve Roma kentlerinden gelen değerli taşlardandı. Demir ve kurşun ise bugünkü Bulgaristan bölgesinden gelmişti.
Caminin ana giriş kapısından "Beyaz Harem" olarak anılan beyaz mermerlerden yapılmış ve dört köşesinde caminin 4 minaresinin yükseldiği, etrafı kubbeli revaklarla çevrilmiş ve merkezinde adeta bir süs havuzu misali şadırvanın bulunduğu Avlu yer almaktadır. Avlu kuzeybatısında, dışarıdan bakıldığında 3 katlı Taç kapılı bir Memlük Medresesini andıran bir Abidevi Giriş bulunmaktadır. Avlu, içerisinden çepeçevre bakıldığında, 9'u Cami cephesine komşu olan toplamda 28 kubbeli revaklı enine dikdörtgen bir avludur.
İstanbul'un siluetine ayrı bir anlam katan Süleymaniye Camii'nin 4 minaresi bu avlunun köşelerinden yükselmektedir. Caminin minarelerinden camiye bitişik olan ikisi 3 şerefeli olup 76'şar mt yüksekliktedir. Diğer ikisi ise Avlu dış girişinde köşelerde bulunan 2'şer şerefeli minarelerdir. 4 Minare, herkesçe bilindik şekilde, İstanbul'un fethinden sonra tahta geçen 4 padişahı, minareler üzerinde bulunan toplam 10 şerefe ise, Kanuni Sultan Süleyman'ın, Osmanlı'nın 10ncu padişahı olmasını temsil etmektedir.
Artık, camiden içeri girme vaktidir. Süleymaniye Camii'nin girişindeki Ana Kapıya sakın aşık olmayın ! Sadece hayal edin O muhteşem, heybetli Ceviz ağacından, Kündekari Tekniğinde yapılmış kapıdan kimlerin geçtiğini ? Dokunun ... Hissedin tarihi tüm hücrelerinde ... İzin verin fısıldasın size tanıklık ettiklerini ... Yaşayın o anı ve tarihi, ruhunuzun derinliklerinde ... Çekinmeyin, temas edin O muhteşem Kapıya !
Süleymaniye Camii Ana Giriş Kapısı
Camide, iç hacmini fiziksel bir mekan algısından, uhrevi bir ferahlık hissine taşıyan, aslında fil ayakları olarak da bilinen, dört geniş paye ve kemerler üzerinde taşınan muhteşem kubbedir.
Caminin üstyapısında uygulanan model, daha önce İstanbul’un en ünlü yapısı Ayasofya’da kullanılmıştır. Yani, 26,20 mt çapında ve 49,5 mt. (bazı kaynaklarda 53 mt olarak geçmektedir) yüksekliğe erişen geniş pandantifli kubbenin güvenle taşınabilmesi için, kendisinden yaklaşık 10 Asır önce (Bin Yıl) inşa edilmiş Ayasofya'daki kubbe taşıma sistemi esas alınmış; kıble ekseni üzerine Ana Kubbenin ağırlığını tabana yayan iki yarım kubbe, ve bu yarım kubbelerin eteklerinde de eksedra olarak da bilinen çeyrek kubbelerle, ağırlık hünerli bir şekilde birbirini bütünleyen mükemmel bir taşıma sistemiyle tabana indirgenebilmiştir.
Muhteşem iç mekanı her detayı ile anlatmak hiç de kolay değil. Ancak giderek, görerek, hissederek yaşayabilirsiniz. İç mekanda "Küfeki" taşından imal edilmiş dokuyu hissettiğinizde, onca asırlar geçmesine, depremler geçirmesine rağmen, halen nasıl da bu etkilere karşı koymaya çalıştığını, doğruluk ve düzgünlüğünden ödün bile vermediğini yakinen görebilirsiniz.
Giriş kapısının üzerinde yükselen hacimdeki mukarnas dizayn ve işçiliğe kaç şapka çıkartırsınız bilemiyorum.
Giriş Kapısı üzerindeki Mukarnas İşçilik
İç hacmi genişletmek üzere dizayn edilmiş yan sahınlar, değişik bir sistemle; bir büyük, bir küçük olarak yan yana dizili, beşer adet kubbeyle kapatılmıştır. Aslında basit şekilde bu beşer adet kubbenin her birinin mimari açıdan önemli işlevleri olması gerekir. Hatta mimari tartışma ortamında, bu yan kubbelerin hepsinin çift cidarlı olup olmadıklarına dair de bir tartışma olduğu, dahası, bu tartışmaya neden olan yayınların da, birbirini referans vermesi nedeniyle maalesef internet ortamında, bu yanlış bilginin de türeyerek yayıldığı diğer bir söylemdir.
Bana ilginç geldiği için yazımda bu konuyu da alıntı yapma ihtiyacı hissettim. Meğerse, bu yan kubbelerden (5'li grup içerisinde sadece küçük olanlar) ile payanda odaları kubbesi olarak isimlendirilmiş başka 4 kubbecikten söz edilir. Konuya dair referansı da sizlerle, ilgilenenleriniz için paylaşıyorum. https://www.arkitera.com/gorus/suleymaniye-camisinin-cift-cidarli-kubbeleri-ve-bu-konudaki-yayinlara-elestirel-bir-bakis/
Daha iyi anlaşılabilmesi için krokisini de aşağıda paylaşıyorum.
İç Mekanı yan sahınlardan ayıran ve payelerin arasında kalan alanda, iç kısımdakiler vişne çürüğü renginde somaki, dış taraftakiler ise beyaz renkli 10,20 mt yüksekliğinde dörder adet mermer sütun dikilidir. Bu sütunların üzerinde ise harikulade ve birbirleriyle uyumlu taşıyıcı kemerler göz doldurmaktadır.
Merkezi Kubbenin içerisinde, 7 sıra halinde 224 küp geometrisinin kakılı olduğu söylenir. Bunların ilmi olarak daha iyi ses akustiği için mi, Minareyi hafifletme amaçlı mı olduğu kesin olmasa da, ilginç bir bilgidir.
Caminin içerisinde hayran kalacağınız pek çok köşesi olacaktır. Tabi ki Mihrap ve Minberi kendisine has dizayn, uyum ve estetiği üzerinde barındırmaktadır. Özellikle de vitray camlarındaki renk cümbüşünü, tüm bezeme ile bir arada uyumlarını tarif etmekte zorlanırım. 2009 yılında son restorasyonu göze fazla batar bir halde olsa da, asırlar boyu azametle hayranlarını karşılayan Kültürel Mirasımıza yakışmış doğrusu.
Cami iç mekanını ziyaret ettikten sonra yine Külliyenin bir parçası olan ve caminin kıble cephesinde bulunan, iki küçük yapıdan söz etmek isterim. Süleymaniye Haziresi olarak adlandırılan bu kısımda Kanuni Sultan Süleyman'ın ve Hürrem Sultan'ın ayrı ayrı türbeleri bulunmaktadır. İnsanın aklına acaba neden karı-koca ayrı mezarlarda yatıyorlar sorusu geliyor olabilir. Bunun açıklaması apayrı bir yazı konusudur aslında.
Süleymaniye Külliyesi'nin Mimarı, Osmanlı İmparatorluğunun Baş Mimarı Mimar Sinan'ın Mezarı da, evinin olduğu lokasyonda, bu külliyenin bir parçası olarak kuzey köşesinde bulunmaktadır.
Dünya Kültürel Mirasın da eşsiz bir parçası olan Süleymaniye Camii ve Külliyesini ziyaret etmek için çeşitli yollardan ulaşabilirsiniz. Benim kolayıma gelen güzergah; Sirkeci istasyonundan Aşir Efendi'ye, Manifaturacılar üzerinden, Vasıf Çınarı yolu ile Dökmeciler tarafından külliyeye yürüyerek gitmek şeklindedir. Zira, her daim İstanbul'un bu eskimeyen dokusunu hissetmek her zaman keyif vermiştir.
Umarım sizler de, elimizin altındaki bu eşsiz Dünya Kültürel Mirasının bir parçası olarak kabul edilmiş çok değerli yapıtı en yakın zamanda görme fırsatını bulursunuz.
Sağlıkla kalın.
Yorumlar
Yorum Gönder