Bazen bir haber ya da bir belgesel tetikleyiveriyor hevesinizi. Şu Kültürel Miras ve Turizm konulu iki yıllık programdan sonra, tarihi ve turistik lokasyonlar ilgimi daha çok çeker oldu. Yıllardır günlük hayatın içerisinde uzaktan her zaman görüp, özel olarak gezmek için zaman ayırmadığımız, ancak turistlerin bizden daha fazla tadını çıkardığı, bu hengamesi büyük güzel şehrin azıcık da olsa biz de tadını çıkaralım dediğinizde, bu güzel şehir, bir bakmışsınız sizin de oluvermiş aslında...
Bu düşünceler dolanırken, birkaç gün önce de denk geldiğim bir belgeselin de etkisiyle, Fatih Cami'sini merak ettim. Hiç gitmemiş, görmemiştim. Oralara gitmişken hazır yol üzerinde bir kaç kültürel mirasımızı da planıma aldım. Bunlardan bir diğeri; Pantokrator Manastırı olarak inşa edilmiş, İki eski Bizans kilisesi ve birleştirilmiş bir şapelden oluşan ve Konstantinopolis olarak bilinen Orta Bizans döneminde, mimarisinin en iyi örneğini oluşturan ve fetihten sonra Molla Zeyrek Cami olarak kullanıma açılan tarihi yapıyı da epeydir ziyaret etmeyi düşünüyordum. Ancak güzergahı uydurmak gözümde büyüyordu. Şimdi, sadece bu iki mirasa odaklanınca, bu konu da hallolmuş oldu.
Marmaray'ın ulaşımda sağladığı rahatlığın ve süre avantajının da etkisiyle, yaklaşık 1 saat 20 dakika sürecek İstanbul yolculuğuma başlamış oldum. Yenikapı'dan Vezneciler'e metro aktarması ile devam ederek, Veznecilerde şehrin göbeğinde indim. Şehrin göbeği derken, yanlış bir şeyden söz etmiyorum. Aslında gerçekten de öyle. Halihazırdaki, Şehr-emini veya şimdiki tabir ile İstanbul Belediye Başkanlığı tam da burada. Eskiden Ramazan eğlencelerinin merkezi olan Direklerarası adıyla anılan yer de, tam tamına burası.
Bu konuya dair, daha önce okuduğum, duyduğum esprili bir taşın hikayesine değinmeden geçemeyeceğim. Vakti zamanında, Doğu Roma İmparatorluğu döneminde, rivayete göre şehrin tam orta yerini gösteren bir taş bulunurmuş burada.
İstanbul'un Orta Yerini Gösteren Mil Taşı
Diğer bir söylenti; Mimar Sinan'dan şehrin tam orta yerine Şehzade Camisini yapması istenir. Kendisi de rivayet bu ya, o dönem İstanbul'unun hemen hemen, her yerinden eşit mesafeye denk gelecek şekilde bir nokta bulmuş ve oraya camiyi inşa etmiş. Hangisinin en gerçek bilgi olduğunu bilme şansımız olmasa da, halen Şehzade Camisi avlusunun güney köşesinde bir yeşil somaki mermerden yapılmış silindir sütun bulunur. Efendim bu sütun eskiden bir döner mil üzerinde de dönermiş ekseni etrafında. Tabi bizim 20nci, 21nci yüzyıl dehası kaldırım mühendislerimiz, bu kendince önemli eserin azıcık canına okumuş, yol ve kaldırım yükseldikçe, bu sütun da hareket etmez olmuş. -Miş, -mışlı konuşmayı sevmemekle birlikte, bazen elden fazla bir şey gelmiyor aktarma bilgi olunca.
Yeşil Somaki Mermer Taş ve Şehzade Cami
Evet, böylelikle, İstanbul'un Orta Yerinden başlayan günlük turumuz, Fatih Cami'ne doğru devam etti.
Yol üzerinde, önünden geçerken, her ne kadar daha önce Mimar Sinan'ın İstanbul'daki eserleri kapsamında ziyaret ettiysem de, Şehzade Cami'nin bu kez Haziresini ziyaret ettim.
Şehzade Mehmet ve Kardeşlerinin Türbesi
Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu Şehzade Mehmet'in Türbesi, damadı Rüstem Paşanın Türbesi ve sair bir, iki türbe ve diğer mezarlar, caminin kıble yönündeki alanda bulunurlar.
Ardından, Şehzade Caminin kuzey kapısından çıkarak, İstanbul'un bir diğer önemli tarihi yapısı "Valens Su Kemerleri" manzarası eşliğinde batı istikametinde devam ediyoruz.
Valens Su Kemerlerinden Görünüm
Yine dayanamıyor ve Şehzade Caminin hemen batı komşusu olan, aslında Osmanlı Mimarisi içerisinde bahsi geçen eserlerden birisi, küçük, ama inşasına gösterilen özen ve kullanılan dizayn incelikleri ile ve de ismini yivli minaresinden almış, harika bir eser, Burmalı Mescid'e erişiyoruz.
Ancak, söylemeliyim ki, bu yapının içerisine girilemiyor. Önce, bahçesine de girilemiyor sanıyorsunuz, ancak bahçe kapısı açılabilir durumda. Tozlu camlarından da zar zor görülebildiği kadarıyla içerisi de pek kabul edilebilir durumda değil. Sonradan da düşününce, daimi surette hizmete soksan, müze anlamında fazlaca öneme haiz bir hikayesi de olmayınca, gezeni olmaz. İbadet anlamında da yanı başında Şehzade Cami varken, küçücük mescide personel atanması (ister dini görevli veya müze görevlisi anlamında) konusu ise maalesef memleketin ayrı bir gündemi. Her konuda, verimlilik anlamında çok iyi analiz yaparak, bütçe ve kaynaklarımızın akıllıca kullanılmasının gerekli olduğunu düşünüyorum.
Buradan batı istikametinde ilerlerken, İstanbul şehrimizin artık oldukça tarihi sembolü haline de gelen binasını da görmüş oluyoruz.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Binası
Haşim İŞCAN geçidinin üzerinden yürüyerek, sağda tarihi İstanbul İtfaiyesi binalarını bırakarak ilerlemeye devam ediyoruz. Haşim İŞCAN geçidi bizim nesil için şöyle önemlidir. Bu alt geçit içerisinde Otobüs durakları ve de dükkanlar vardır. O dükkanlar da her çocuğun hayali olan "bisikletler cenneti" vardır. Oradan geçerken çocuklar camlara yapışır, ama yapacak bir şey yoktur. Otobüs beklemez, hareket eder, çocuklar yutkunur, ebeveynler rahatlar ))
İstanbul İtfaiyesi Tarihi Binaları
Bir müddet sonra Fatih Cami ve Külliyesinin bulunduğu alana varacaksınız.
Fatih Cami'si ile ilgili anlatılabilecek eminim ki pek çok konu vardır. İlk önce şunu söylemeliyim, şu an mevcut Cami, orijinal Fatih Camisi değil. Belki okuyanlarınızdan bir kısmı, haydaaa diyecektir. Öyle yani. Çünkü burası İstanbul. İki kıtanın birleştiği, üç kıtanın da; kıta plakalarının buluştuğu yeryüzünde bir nokta.
Fatih Camii ve Külliyesi
İstanbul’un fethinden sonra, Osmanlıların yaptırdığı ilk önemli vakıf eseri, Fatih Külliyesi’dir. Esasen Külliye tabiri Osmanlı'da önceleri yoktu. Bu tür yapı çeşitliliğine haiz alanlara, imar edilmiş anlamındaki "imaret" sözcüğü kullanılıyordu. 19yy'dan itibaren Külliye tabiri kullanılmaya başlanmıştır. Bu vesile ile bu bilgiyi de önemle hususa getirelim.
* Konstantin
Mausoleionu (Konstantinopolis'i (13 Mayıs 330) kuran I. Konstantin) mezarı ile Latin istilası döneminde harabeye dönen Havariyyun Kilisesi’nin üzerine kurulan ve imaretin merkezini oluşturan caminin inşası
1470/71 yılında tamamlanmıştır.
1765’teki depremde (yukarıda üç kıta plağının buluştuğu yer olarak adlandırdığım ve her daim birbirlerini ittirerek yeryüzü deprem stresini oluşturan gerçeği unuttuğumuz depremlerden birinde) çok büyük hasar gören yapı, 1767-1771 yılları arasında
Sultan III. Mustafa tarafından yeniden inşa ettirilmiştir.
Bugün için bildiğimiz Fatih Camii, gerek plan, gerekse üslup açısından 18.
yüzyıl özelliklerini yansıtmaktadır.
İlk caminin, merkezi büyük bir kubbeyi destekleyen bir yarım kubbesi olduğu,
bunun sağında ve solunda üçer kubbesi bulunduğu yazılı ve resimli kaynaklardan anlaşılmaktadır. İlk halinin
görünümüne dair görsel belgeler için Fleusburg’lu ressam Lorch’in İstanbul panoraması ve Matrakçı
Nasuhi’nın Beyan-ı Menazil’indeki sur içi çizimi örnek verilebilir.
Yapı, bugün merkezi kubbe etrafına
konumlanan dört yarım kubbelidir.
Yine de ilk Fatih Camii’nden ve süslemesinden bazı bölümler günümüze
gelebilmiştir. Fatih döneminden günümüze revak kemerler, sütun ve
başlıklar, avlu kapıları ve pencereler gelebilmiştir. Bugünkü Camide, özgün halde günümüze gelen "Mihrap", Fatih Dönemi’nin en güzel orijinal örneğidir.
Fatih Camiinin Orijinal Mihrabı
Fatih dönemi, mimarinin yanı sıra süslemede de imparatorluk sanatına geçiş, bu nedenle de yeni teknikler ve üsluplara yönelme dönemidir. İç avludaki çiniler
de teknikler açısından bu döneminin ürünü sayılabilir.
* İstanbul Üniversitesi Osmanlı Mimarisi ve Sanatı Prof.Dr. Agah Tarkan OKÇUOĞLU, Dr. Öğt.Üyesi Müjde Dila GÜMÜŞ ders Notlarından alıntıdır.
Bu bilgileri özellikle ders notlarından aktarmak istedim çünkü güzel anlatmışlar. Keşke, orijinal Cami günümüze kadar dayanabilseymiş dedim içimden gezince. Sebebini doğru ifade edemeyebilirim. Ancak muhtemelen Cami içerisindeki süslemeler bana çok karmaşık ya da aşırı geldi. Mimar Sinan'ın Şehzade Cami veya Süleymaniye Cami'nde alınan görsel his, süslemelerin birbirlerini ezmeyecek şekilde uyumu ile 18 yyda inşa edilegelmiş eser arasındaki farkı böylelikle kendiniz de gözlemlemiş olursunuz. Bunu belirtmek isterim.
Cami'ye özgü olarak söz edilmesi gereken konulardan birisi de, Fatih Sultan Mehmed döneminden önce, mimari plan açısından Tabhaneli/Zaviyeli Cami planları kullanılmıştı.
Şöyle ki;
Tabhaneli camilere girdiğinizde, caminin her iki yanında bir dergah misali, tekke ve zaviye üyelerinin kurulacağı, kendince sohbetlerin vs yapılacağı alanlar oluşturmuşlar. Hatta bazı camilerin "cami" olarak ya da nasıl ifade edeyim, namaz kılınacak alan olarak yüzölçümü, bu kanatlarda oluşturulmuş alanlardan daha küçük bir alan. Yani ibadetten başka daha farklı amaçlara hizmet etmek üzere tasarlanmış bu camilere örnek; İstanbul Üniversitesinin meşhur kapısının yanındaki Beyazıt Camisidir. Bahsedilen her iki kanat alanda adeta günlük yaşantı iaşe vs. tesis edilircesine bir düzen yürürdü. Hatta bu caminin minarelerine baktığınızda, camiye göre konumu da diğer benzerlerinden farklı şekilde ayrı bırakılmış hissi verir.
Fatih Sultan Mehmed ile birlikte, Osmanlı'da Merkezi Planlı Cami dediğimiz, Merkezi tek kubbe altında yapısal enstrümanlarla genişletilmiş (Tek Yarım kubbeli plandan, dört yarım kubbeli plana ve eksedralarla kadar geliştirilmiştir) hacimli plana geçilir. Burada esas arzu edilen sonuç, Merkezi otoriteyi sağlamlaştırmak ve tekke ve zaviyelerin konumunu ve gücünü aşağı çekmek olduğu da söylenir. Buradan da şunu anlayabilirsiniz, o dönemde de tekke-tarikat işleri devleti uğraştırmış belli ki. Neticesinde, artık bu, mimari yapılara, planlara bile yansımış. Tabi ki bunu ders kitaplarında böyle ifade edemiyorlar. Üzerinde düşünmeye değer.
Diğer bir konu; Fatih, bu camiyi I.nci Konstantin'in, Doğu Roma İmparatorluğunun başkenti olarak "Konstantinapolis" adı ile kurduğu İstanbul'da, ilk Hristiyan Kilisesi olarak Havariyyun Kilisesi ve kurucu olarak kendisinin de mezarının/lahdinin bulunduğu alan üzerine, bir cami yapılması emrini vermesinin, çeşitli tartışmaya açık yorumları bulunmaktadır. İnternet üzerinde bu konuda çokça yorum, yazı bulabilirsiniz. Rivayet o ki, Konstantin'in mezarı tam da, Caminin mihrabının (İmamın durduğu yer) bir saf gerisindeki izdüşüm hattındadır. Tabi ki, ilmi açıdan gerekli tespit, belge vs ile rivayet halinde dolanan bu tip tevatürlerin çürütülmesi, bu konudaki sorumluların/otoritelerin görevidir. Bana ters gelen konu, islami olarak bir mezarın üzerinde neden namaz kılınır ? Eğer öyleyse, ya da tabiri ile "caiz" ise, benzer uygulamalar başka nerelerde ve neden yapılmamıştır ? Bu tevatür gerçek ise, Fatih Sultan Mehmed, bu buyruğu ile ne yapmak istemiştir ? gibi gibi ...
Bir başka alıntı konu ise, halen caminin Müezzin Mahfili kısmının üst katında, kubbeyi taşıyan ayaklardan birisinde asılı duran bir tablo. Bu tablonun başından kim bilir neler neler geçti de, biz ancak bize sunulduğu kadarını bilebileceğiz. Bu konuda hiç topa girmeden doğrudan ilgili linki paylaşayım;
Hikayeli Mekke-Medine-Topkapı Sarayı Tablosu
Zihinleri kurcalayan diğer bir soru, sergilenen tablo acaba gerçek mi ? Zira, köşesi kenarı zedelenmiş gerekçesi ile restore ettirilme dönemi de geçirmiş tablo. Umalım replikası konmamıştır yerine. Halbuki, linkteki yazıda bundan söz etmese, aklımıza da böyle şeyler gelmeyecekti diye espri de yapalım.
Camiden çıkarken, Ana giriş kapısındaki kündekari tekniğini, Avludaki şadırvanın tavanının güzelliğini de ıskalamayın derim.
Anlatımda ters sıra gelebilir, nedense fark ettim ki Camilere hiç ana kapısından girmeyip, bodoslama hep yan kapılarından dalmış gibi hissettim. Zira Cami içerisini önceleyip, avlu ve dış mahal, giriş vs hep sona kalmış. Bu nedenle küçük bir özür ile, Cami avlusuna kuzey cepheden girişi de gösteren Taç Kapılı görüntüyü de paylaşayım okuyucularımla.
Fatih Cami Avlu Girişi Taçlı Kapı
Sonrasında, Cami çıkışında Cihan Padişahı, "Berri Hümayun, Bahri Hümayun" Fatih Sultan Mehmed'in Türbe yapısına yöneldik. Türbesi, namına yakışır şekilde azametli yapılmış. Fani olmak zor bu hayatta. Biz, faniliğimizi unutmayalım.
Fatih Sultan Mehmed Türbesi
Fatih Cami'nin etrafında, külliye denilen alanda bugün farklı maksatlarla kullanılan pek çok yapı göreceksiniz. Zamanında 120 dönümlük alana; Sahn-ı Seman Medreseleri olarak da cami, medreseler, darüşşifa, imaret, kervansaray, sıbyan mektebi, kitaplık, hamam, saraçlar çarşısı, han ve türbeler yapılmış, şimdilerde bu yapılar Kuran Kursu gibi hizmetlere ayrılmış durumda.
Camiden ayrılarak, Fatih semtinin Çarşamba pazarına da denk gelerek sokaklarından geçmeye çalışarak Zeyrek'te bulunan Doğu Roma İmparatorluğu döneminde inşa edilmiş "Pantokrator Manastırı", şimdiki adı ve haliyle Molla Zeyrek Camii'ne doğru ilerliyoruz.
Fatih Çarşamba Pazarı
Aralarından geçerken anlıyoruz neden "Çarşamba Pazarı gibi" diye bir tabir var.
Malum, artık hele bu devirde (twitter sendromu) uzun bir şey okumaya tahammülümüz olmadığı dönemde, inat eder gibi uzunca yazdığımın satırlarımı bölüm sonu olarak noktalayayım. Pantokrator Manastırı - Molla Zeyrek Camii ikinci bölümde anlatayım. O kısım daha ilginizi çekebilir ...
Gezimizin kalan kısmı için İkinci Bölümde buluşmak üzere ;
İSTANBUL'UN ORTA YERİ BÖLÜM 2
Yorumlar
Yorum Gönder