İSTANBUL'UN ORTA YERİ BÖLÜM 2
İSTANBUL'UN ORTA YERİ
BÖLÜM 2
Bir önceki bölümde de sözünü ettiğimiz şekilde, güzel havanın da verdiği coşku ile kendimizi "Pantokrator Manastırı - Molla Zeyrek Camii"nin önünde buluverdik. İstanbul'un tarihi sokaklarından süzülürken türlü düşüncelere dalıyor insan.
Pantokrator Manastırı; Haliç kıyılarına hakim konumda bir tepe kenarı üzerinde Doğu Roma'nın Orta Bizans döneminde 1118-1136 yılları arasında inşa süreci yaşamış bu yapının varlık nedeni, biraz daha eskilere, dönemin sosyal yapısı içerisinde kendisini hissettiren ihtiyaçlara kadar uzanmaktadır.
Esasen, antik dönem zamanında, Roma'da sosyal yardım, toplum içerisinde Aristokrat sınıfının hayırseverliği ile yürütülmeye çalışılan aktivitelerdi. 5 yy. sonlarından itibaren derinleşen kriz dönemi nedeniyle iflas eden aristokratların bu rolü, Kilise tarafından üstlenildi. Bir kısım yetimhanelerdeki insanlar, yaşlılar, kimsesizler, yer değiştirerek Konstantinopolis'e gelmiş olanlar, yoksullar, piskoposluklar tarafından gözetilirdi.
Ancak o dönemde yine çoğu sosyal yardım kuruluşu, kiliseden bağımsız dini oluşumlar, dini vakıflar şeklinde gelişmişti. Daha sonraları, ikonakırıcılık döneminden de sonra, bir şekilde özellikle toprak bağışları vs sayesinde, manastırlar güçlendi, vakıf sisteminin de kontrolünü ele geçirdi.
Uzun lafın kısası, Pantokrator Vakfı böyle bir sürecin neticesinde oluşmuş bir yapıdır.
İki eski Bizans kilisesi ve birleştirilmiş bir şapelden oluşan ve Konstantinopolis olarak bilinen Orta Bizans döneminde, mimarisinin en iyi örneğini oluşturan ve fetihten sonra Molla Zeyrek Cami olarak kullanıma açılan tarihi yapı, Hristos Pantokrator’a (“Evrenin Hakimi İsa Mesih”) ithaf edilmiş, kilise, kütüphane ve hastaneden oluşan bir manastır kompleksi olarak 1124 yılında inşa edilmişti.
1134 yılında ise ilk yapılan kilisenin kuzeyine ikinci bir kilise (Meryem Ana'ya ithafen) yapılmış, iki kilise arasına da bir Şapel inşa edilmişti. Bu Şapele sonradan hanedan soyundan gelenler defnedildi. Havariyyun Kilisesinden sonra en fazla İmparator defnedilen şapel oldu. Manastırın beş bölümlü, iyi düzenlenmiş bir hastahanesi, kütüphanesi, yaşlılar yurdu, tıp mektebi, eczane ve ayazma gibi bölümleri vardı.
Latin istilasından sonra burada bulunan pek çok kutsal obje yağmalandı ve Avrupa'ya götürüldü. Hatta bir kısmının Venedik San Marco Bazilikasında bulunduğu söylenir. O dönemki adı ile Konstantinapolis'in tekrar ele geçirilmesiyle, Ortodoks rahiplerinin himayesinde bir dönem geçirir. Bu yapı, döneminde Ayasofya'dan sonra ki İstanbul'da ayakta kalan en büyük Bizans yapısı olarak bilinmektedir.
Osmanlı'nın İstanbul'u fethinden sonra, manastırın keşiş odaları medreseye çevrilmiş, kilise kısmı derslik ve cami olarak kullanılmıştır. Medresenin de ilk müderrisi yani eğitmeni Molla Zeyrek Efendi olması sebebiyle Camiye çevrilen yapı bu isimle anılmaya başlanmıştır. Fatih İmaretinin tamamlanmasıyla medreselik görevi nihayet bulan yapının minaresi ise II. Mehmed zamanında inşa edilmiştir.
18 yy.da geçirdiği büyük yangın ve sonraki yıllardaki deprem yapıya büyük hasar vermiş, III Mustafa zamanında elden geçtiyse de, metruk halde kalmış, en son yapılan restorasyonu ile bugünkü görkemli haline kavuşmuştur.
Yapının tabanında harikulade mozaikler bulunmaktadır. Hatta, sergilenmek üzere örnek bir kısım, sembolik olarak cami halılarının bir köşesinin kıvrılması ile ziyaretçilerin görseline sunulmuştur.
Mimari açıdan Orta Bizans dönemi Mimarisinin en iyi örneğidir. Ancak 18 yy. restorasyonu kapsamında yapılan düzenlemelerden dolayı da Barok stili yapıya adeta monte edilmiştir.
İç Görünüm
Yine bu yapı ile ilgili olarak, yöre insanı tarafından ortaya atılan efsanevi söylentiler de mevcuttur. Rivayete göre, paranormal korku temalı hikayeleriyle de meşhurmuş burası. Altında gizli tüneller, seslerin, çığlıkların geldiği karanlık ahırlar ya da yapı içerisinde ansızın hissedilen soğuk rüzgarlar gibi. Bu tür rivayetler, meraklı çağındaki çocukların metruk yapılara yönelmesini engelleme ve de istemsiz kazaların başlarına gelmemesi için geçmişte uydurulmuş, ve nesilden nesile aktarıla gelmiş hikayeleridir. Böyle de bir namı varmış nihayetinde.
UNESCO Dünya Mirasının bir parçası olarak böyle bir yapıyı ziyaret etmek ayrıcalıklı bir keyif. Ancak, göründüğü kadarı ile diğer ülkelerden insanların dikkatini çekmemiş olacak ki, tek tük ziyaretçi haricinde, böyle değerli bir mirasa rağbet maalesef yok. Aslında olması mı iyi, olmaması mı ? Bu konu da tartışılır bir konu tabi ki.
Molla Zeyrek Camiini ziyaretten sonra, Caminin giriş kısmının solundan arka tarafına geçildiğinde, harikulade bir seyir terasını fark ediyorsunuz. Bunu biraz da mahsus sonlara doğru yazdım ki, sabır gösterip de okuyanlara hediyesi olsun diye. Malum ülkemizde kahır çoğunluk, kimse okumayı sevmiyor bu alemde. "Okumazsan, eksik kalırsın, mahrum olursun. Kendi bileceğin iş !" der geçer insan.
Cami arkasında, Fatih Belediyesi tarafından düzenlenmiş çok güzel bir kafeterya mevcut. En çarpıcı yanı, buradan çok güzel bir İstanbul manzarası karşılıyor sizi. Galata, Haliç, Boğaziçi, Süleymaniye sırtları ... Her ne kadar, fotoğrafta, kadraja insan gözünün algılayabildiği kadar güzellikte ve açık havanın verdiği ferahlık hissi yansımamışsa da bir pasaj resim de aşağıda paylaşabilirim.
Bunu da ziyaretin ödülü olarak düşünebilir, en kısa zamanda bir ziyaret ile kültürel dağarcığınızı bir mertebe daha zenginleştirmiş olursunuz.
Kafeteryadan ayrıldıktan sonra, eğer navigasyonunuz yoksa, İstanbul'da 1 şişe suyu dökün yere, suyun gittiği yön sizi denize mutlaka ulaştırır. Burası da öyle, yokuş aşağı takip edince, Unkapanı sokaklarından Eminönü'ne doğru yol sizi gideceğiniz yere mutlaka çıkarır.
Artık günlük gezi kapsamında biraz da yorgunluğun verdiği etki ile Sirkeci üzerinden 1 saatlik yol ile eve dönmeyi düşünürken, Eminönü'ndeki Rüstem Paşa Cami'sini de görmeden geçmeyeyim dedim. Bu cami de Mimar Sinan'ın eserlerinden. Kanuni Sultan Süleyman'ın damadı Rüstem Paşa adını taşıyan cami, belki yorgunluğun etkisiyle de olabilir, beni fazla da etkilemedi. O nedenle, mutlaka yapılacaklar listenize almanızı tavsiye ederim gibi bir sözüm olmadı bu eser için.
Camilerde fazla çini veya fayans olunca görsel saturasyona uğruyorum. Nedense, çinisi fazla olan camiler bu nedenle bende algı yorgunluğu oluşturuyor.
Hızlıca Sirkeci İstasyonu'na doğru yoluma devam ederken, Eminönü'nde, babamın yıllarca çalışıp emekli olduğu bir işvereninin dükkanının da önünden yıllar sonra geçmek kısmetmiş. Bence İstanbul'un en güzel Trakya peynirini satan esnaf idi Ertan GÜREL. Rahmetli oldu tabi. neredeyse bir göz odacık küçücük dükkanında Trakya'da kendi mandıralarından getirttiği enfes peynirleri de arka kısımdaki soğuk deposunda muhafaza ederdi. Teker teker Kaşar Peynirleri, teneke teneke Beyaz Peynirleri. Şimdi en ala peyniri yapıyorum diyen en muhteşem marka Peynir Endüstrisinin yöneticileri gelsin, buna iki laf edecek zeminleri yok. Zira artık o kalitede peynirin memlekette yapabilme imkanı yok. Kullandıkları malzemeler ve katkı maddeleri vs. Bahsettiğim o küçücük dükkan şimdilerde sahildeki ufak bir caminin altındaki dükkanlardan birinde Börekçi olarak faaliyet yapıyor.
Bir ara, biraz soluklandıktan sonra yol üzerinde İş Bankası Müze Binası dikkatimi çekiyor ve içerisine bir bakıp çıkmak üzere girmeye niyetleniyorum. Tarihi binaların Müze şeklinde değerlendirilmesi takdire şayan. Enerjim ve vaktim daha uygun olsaydı, daha uzun süre vakit geçirilebilecek bir müze olurmuş. Çok fazlaca detay anlatmayayım, yolunuz düşerse, uğramadan geçmeyin derim. ben giriş ve kasaların olduğu alt katı gezip ayrıldım. Aceleye geldi maalesef.
Nihayetinde Sirkeci Tren Garına geldim.
Tarihi Sirkeci Tren Garı
Tam Marmaray'a inecektim ki, gözüme o çocukluğumdan anılara yerleşen, tarihi istasyon motifi ilişiverip, hadi görmeden geçmeyeyim deyince, TCDD'nin küçük bir müzeciğini ve eski bir bekleme salonunun ambiyansını da teneffüs etme imkanı buldum.
O tarihi Gar binasının dairesel pencereleri her zaman çok hoşuma gitmiştir. Eskiden buradan da peron peron banliyo trenleri kalkardı. Avrupa'da uluslararası trenlerin kalkış noktası burası idi. Orient Express Treni de buraya uğrardı. Aslında şimdi de, Orient Express Treni, oldukça lüks bir konseptte İstanbul'a özel seferler yapmakta. Ancak iki kişi için bu seyahate ayırmanız gereken bütçe; sadece biletleri küçük çaplı bir ev alabilecek kadar desem hata yapmış olmam. Eğer 06 Haziran 2025 Cuma günü saat 15:30'da trene el sallamak isterseniz, Sirkeci Garı muhtemelen uygun olacaktır.
* https://www.belmond.com/trains/europe/venice-simplon-orient-express/booking-upgrade-cabin
Sonrasında, oldukça tempolu bir günü geride bırakırken, dönüş yoluna devam ettik. Farkına varmadan 17.700 adım hanemize yazılmış oldu tüm gün boyunca.
İstanbul'un Orta Yeri diyerek özetlemek gerekirse;
* İstanbul'un gerçekten de Orta Noktası adıyla anılan yerin hikayesi ile başladık,
* Şehzade Cami - Burmalı Mescid - Valens Su Kemerleri - İstanbul Büyükşehir Belediyesi - İstanbul İtfaiyesi güzergahı ile Fatih Camii'ne intikal.
* Fatih Camii'sinden önemli bilgileri;
Mevcut caminin Fatih Sultan Mehmed zamanındaki ilk cami olmadığı,
Şimdiki caminin 18 yy eseri olduğu,
Önceki camiden Mihrabının muhafaza edildiği,
Tabhaneli Cami planından, Merkezi Cami Planına neden geçilmiş olabileceği,
Aslında caminin, Konstantinapolis'i ilk kuran, Doğu Roma (Bizans) İmparatoru I nci Konstantin'in mezarının bulunduğu alan üzerine inşa edildiği,
Hikayeli Tabloyu,
Güzel Şadırvanını ve
Fatih Sultan Mehmed'in Türbesini.
* Çarşamba Pazarını,
* Pantokrator Manastırı - Molla Zeyrek Camii'si;
UNESCO Dünya Mirası Listesinde olduğu, ancak yeterince bilinmediği için layık olduğu ziyaretçi seviyesine ulaşamadığı,
Aslında, tarihi olarak ayakta kalabilen önemli yapılardan olduğu,
İki ayrı Kilise ve ortasına Şapel olarak planlı yapı, döneminin önemli imparatorlarına ve ailesine mezar olarak kullanıldığı,
Fetihten sonra da eğitim ve ibadet amaçlı kullanıldığı bu nedenle camiye çevrildiği,
Büyük bir yangın ve sonrasındaki büyük depremle tahrip olan yapının 18 yy da onarıldığı, bu dönemde de yapıya Barok stiline dair düzenlemelerin ilave olduğu,
* Mimar Sinan'ın eserlerinden Eminönü'ndeki Rüstem Paşa Camii
* Sirkeci'deki İş Bankası Müzesi,
* Tarihi Sirkeci Tren Garı'ndan söz ederek,
İstanbul'un Orta Yeri'ne dair engin kültürel miras hazinemizde, sadece küçük bir lahza tutacak sınırlı lokasyonlarını yad etmiş olduk.
Sizler de anılan yerleri ziyaret ettiğinizde eminim ki en az bu satırları ve bundan daha fazlasını bizzat keşfedeceksiniz.
Keyifli geziler dilerim.
Yorumlar
Yorum Gönder